Peygamber Efendimizin (a.s.v.) iftardan önce (mealen) şu duayı okudukları rivayet edilmektedir.
"Allah'ım! Senin için oruç tuttum, Sana inandım Sana güvendim, Senin rızkınla orucumu açtım. Yarınki Ramazan ayı orucuna da niyet ettim.
"Allah'ım! geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla. Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, anamı babamı ve bütün mü'minleri hesap gününde bağışla."
Abdullah bin Abbas -radıyallahu anhüma-dan rivâyete göre Peygamber Efendimiz'in duâlarından biri şu duâ idi:
(1)"Yâ Rabb! Kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır, sağımı nurlandır, solumu nurlandır, üstümü nurlandır, altımı nurlandır, önümü nurlandır, arkamı nurlandır ve beni nûr eyle (bir başka rivayette) benim damarlarımı nurlandır, etimi nurlandır, kanımı nurlandır, saçımı nurlandır, yüzümü nurlandır.”
Mugîre bin Şu'be'den rivayet olunduğuna göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in dualarından biri de şu idi:
(2) "Başka bir ilâh yok, ancak Allah var. O’nun şerîki yoktur. Mülk O'nundur, hamd de O'nundur. O her şeye kaadirdir. Allah'ım, Senin verdiğine engel olacak da yoktur, vermediğini verecek de yoktur. Ve servet sahibi olanlara servetleri sana karşı bir menfaat veremez. Yani servetine güvenerek sana âsî olanları o servetleri kurtaramaz."
Abdullah bin Abbas -radıyallahu anhüma-dan rivâyete göre Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-e bazı kimseler gelip:
-İnsanlar; yâni Ebû Süfyân ve arkadaşları sizinle muharebe etmek için adam ve silâh toplamışlar, hazırlık yapmışlar. Onlara mukabele edecek derecede kudretiniz yoktur. Onlardan sakınınız diye korkutmak istediklerinde, bu söz mü'minlerin yakîn îmânlarını ve cesaretlerini artırıp, Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
(3) "Allah bize kâfidir, o ne güzel vekîldir!" buyurdu. Mü'minler de böyle söylediler."
Enes bin Mâlik -radıyallahu anh-dan rivâyete göre: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in çok kere duâsı:
(4) "Ey Rabbimiz, bize dünyâda da iyilik, güzellik ver, âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azâbından koru," meâlindeki duâ idi.
Ebû Musâ el-Eş'ârîden rivâyete göre Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:
(5) "Yâ Rabb, benim hatâlarımı, bilmeden yapdıklarımı, işimde aşırı gitmemi, ve Senin benden çok iyi bildiğin hallerimi mağfiret eyle. Allah'ım, benim latifeleşmelerimi, ciddiyet hallerimi, hatâen ve kasden yaptıklarımı ve bende olan her şeyimi mağfiret eyle!”
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-dan rivâyete göre Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır;
"Her kim günde yüz kere:
derse o kimse için on köle azâd etmiş sevabı verilir, yüz hasene yazılır, yüz günâhı silinir, o gün akşam oluncaya kadar bu ona şeytana karşı siper olur. Hiç bir kimse ecir bakımından onu geçemez, ancak bunu ondan fazla söyleyen kimse müstesnâ.”
(6) "Ey, Rabbim! Gayb ilminle ve halk üzerine kudretinle, hayatı benim için hayırlı gördükçe beni yaşat, ölümü benim için hayırlı gördüğün zaman da beni vefât ettir. Ey Rabbim! Gizlide ve açıkda senden haşyetini istiyorum. Rızâ hâlinde de, gadab hâlinde de ihlâs sözünden ayırmamanı istiyorum, fakirlikte de zenginlikte de i'tidâlden ayırmamanı istiyorum. Senden tükenmez bir ni'met, kesilmez bir göz ferahlığı (yüzde açıkça görülen neş'e ve huzûr) istiyorum. Senden beni kazâna râzı kılmanı, ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum. Senden yüzüne bakmanın lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından, sapdırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum. Ey Rabbim! Bizi îmân zîynetiyle süsle, bizi doğru yolda olan hidâyet rehberleri kıl.”
"Ey Ebû Bekr'in kızı! Sana diğer duâları da içinde toplayan duâları söyleyeyim mi? Şöyle duâ et:
(7) "Ey Rabbim! Senden bildiğim ve bilmediğim hayrın hem çabuk, hem geç olanını istiyorum. Ey Rabbim Resûlünün senden istediğini istiyorum, Resûlünün sana sığındığı şeyden ben de sana sığınıyorum. Allah'ım benim için kaza ettiğin şeyin âkibetini doğru yola ulaştır.”
"Sana bir kısım sözler öğreteyim mi ki, Allah Teâlâ kimin hayrını murâd ederse onları ona öğretir, sonra ebediyyen unutturmaz. De ki:
(8) "Ey Rabbim! Ben zayıfım, rızân yolunda benim zaafımı kuvvetlendir. Beni nâsiyemden tutup hayra sevk et. İslâm'ı rızâmın en son noktası kıl. Ey Rabbim, ben zayıfım, beni kuvvetlendir. Ben zelîlim beni azîz kıl. Ben sana muhtacım, beni rızıklandır.”
(9) "Ey Rabbim! Acizlikten, tenbellikten, korkaklıktan cimrilikten, eli kolu dökülür derecede takatsızlıktan kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, şekavetten, nifaktan, yapdığını insanların duyması ve medh etmeleri için yapmaktan, riyâdan, sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, abraslıktan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.”
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâasında:
(10) "Ey Rabbim! Beni, iyilik ettiği zaman sevinen, kötülük ettiği zaman istiğfar edenlerden kıl.”
Ekseri duâları:
(11) "Ey kalbleri çekip çeviren Rabbim! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl." İdi..

Resulullah (a.s.m.) bir adamın şöyle dediğini işitti: "Allah'ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle Senden istiyorum ki, Sen kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın. Ehad Samedsin ki, doğurmuş olmadığın gibi, doğmuşda değilsin. Asla hiç bir eşin benzerin olmamıştır."
Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.) buyurdu:
"Nefsimi Kudret elinde tutan Zata yemin olsun ki, bu adam Allah'tan İsm-i Azam'la talepte bulundu. Kim İsm-i Azam'la dua ederse Allah ona icabet eder. Kim onunla isterse istediğini verir."
Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor:
"Ey Resûl-i Ekremim! Benim kullarım "Rabbi-miz uzakta mıdır, yakında mıdır?" diyerek sana beni sordukları zaman sen onlara cevap ver ki: Ben onlara pek yakınımdır. Bana duâ eden kulumun duasını kabul ederim. Duâ ettiğinde benden duâlarının kabulünü istesinler. Ve bana îman etsinler. Umulur ki onlar îmanları ve duâları sebebiyle doğru yola vâsıl olurlar ve irşâd olunurlar. "(Bakara Sûresi, 186)
Fahr-i Râzî, Kâzı Beyzâyi ve Hâzin'in beyânlarına göre ashâb-ı kiramdan bazı kimselerin: "Ya Re-sûlallah! Rabbimiz bize yakîn ise hafif sesle yahud gizlice duâ edelim. Eğer uzak ise yüksek sesle duâ edelim" demeleri üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu mervîdir.
Başka bir rivâyette ise yahûdilerin: "Yâ Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-! Sen yer ile gök arasını pek uzak haber veriyorsun. Rabbimiz duâmızı nasıl işidir?" demeleri üzerine nâzil olduğu mervîdir. Bu sebeb-i nûzullere göre âyetin ma'nası şöyle olur:
"Ey Resûlüm! Benim kullarım sana benim evsâfımdan suâl edip Rabbimizin lutfu bize yakın mı? Duâmızı gizlice kendi içimizde mi yapalım? Yoksa uzakta mı? Duamızı yüksek sadâ ile yapalım? dediklerinde: "Sen onlara Benim tarafımdan cevâb ver. Ben onların gizli duâlarını işitirim. Zira Benim ilmim onlara pek yakındır. Binâenaleyh onların işlerini bilip sözlerini işiterek hallerine muttali' olduğumdan duâ eden kimsenin duâsı ihlâs üzere olursa icâbet ederim. Şu hâlde onlar benden icâbet talep etsinler. Ben de onlara icâbet ederim. Senin vâsıtan ile onları îmana davet etdiğimde derhal îman etsinler. Zîra ben onların duâlarına icabet edince onların da benim da'-vetime icabet ve emrime itaat etmeleri vâcibdir ve onlar davetime icabetle doğru yolu muhakkak bulurlar."
İnsanların yıkımı mahvolmalası, harap olması için dua da, beddua da yapılmamalıdır. En başta, İslamiyet bizden bu nezaketi ister. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kendisine dayanılmaz eza ve cefa yapan müşriklere karşı beddua yapmamış, onlar için Cenab-ı Haktan hep hidayet talep etmiş, hep bağışlayıcı olmuştur. Beddua yapmaktan Cenab-ı Hak razı olmaz. Haksız yere yapılan bedduaların yapılana değil, yapana zarar verme ihtimali daha yüksektir.
İnsanların yıkımı mahvolmalası, harap olması için dua da, beddua da yapılmamalıdır. En başta, İslamiyet bizden bu nezaketi ister. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kendisine dayanılmaz eza ve cefa yapan müşriklere karşı beddua yapmamış, onlar için Cenab-ı Haktan hep hidayet talep etmiş, hep bağışlayıcı olmuştur. Beddua yapmaktan Cenab-ı Hak razı olmaz. Haksız yere yapılan bedduaların yapılana değil, yapana zarar verme ihtimali daha yüksektir.
Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudurki:
Dua eden kişi bilir ki, Birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder.
Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerim Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp "Elhamdü lillahi Rabbi'l-Alemin" der.
Dua ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir.
Çünkü dua eden kişi duasıyla gösteriyor ki: "Bütün kainata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir. En uzak maksudlarımı yapabilir. Benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyleyse, bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri O yapıyorki, en küçük işlerimi de Ondan istiyorum."
Gıyabi dua, kardeşlik ve dayanışmayı perçinleyen mühim unsurlardan birisidir.
Her namazın arkasında, elini dergah-ı ilahiye açtığı her zamanda dünya ve ahiret saadeti için dua ettiği bir kardeşi için, bir Müslümanın kalbinde en basit kötü bir duyguya yer vermesi mümkün müdür?
Fertlerin birbirine gıyabi dualarla yardımlarına koştuğu bir cemiyette fesadın, bozgunculuğun, huzursuzluğun yeri olabilir mi?
Ve böyle bir cemiyet beşerin en mesut ve en bahtiyar topluluğu olmaz mı?
Eğer denilirse: Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki ayet umimidir; "Her duaya cevap var" ifade ediliyor.
Elcevap: Cevap vermek ayrıdır,kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlube vermek, Cenab-ı hakkın hikmetine tabidir.
Mesela, hasta bir çocuk çağırır:
"Ya hekim bana bak."
Hekim "lebbeyk, der. "Ne istersin?" Cevap verir. Çocuk "şu ilacı ver banaé der.
Hekim ise, ya aynen istediğini veriri, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte, Cenab-ı Hak, Hakim-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir.
Vahşet ve kim sessizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskerane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlasını verir veya hiç vermez.